17 Ocak 2014 Cuma

Uyku ne işe yarar ?

Uykuya yönelik merakım hayatım boyunca sürecek gibi. Kolay değil; hayatımın büyük bir bölümünü ne işe yaradığını bilmediğim ve israf olarak gördüğüm bir eyleme ayırıyorum. Hepiniz gibi. Vicdan azabına dönüştüğü için bir yandan da katlanılabilir bir hale getirmek için çabalıyorum.


Bu konuda bilgi derlerken güzel bir yazıya denk gelince burada da bulunmasını istedim. Sizin de aklınızda bulunsun.
  • Sağlık: Pennsylvania Üniversitesi Uyku Merkezi’nden Michael Grandner’ın araştırmasına göre az uyumak yüksek tansiyon, diyabet (şeker hastalığı) ve bazı kanser türlerini tetikliyor.
  • Bağışıklık sistemi: Günde 7 saatten az uyuyanlar soğuk algınlığına 3 kat daha fazla açık hale geliyor. Az uyku tedaviye yönelik aşı ve ilaçların etkisini de azaltıyor.
  • Kilo: Az uyumanın obeziteyle doğrudan ilişkisi var. Uykusuz yapılan diyetlerde vücut yağ yerine kasları eritiyor. İştahı dengeleyen hormonlar da düzenli uykuyla sağlıklı seviyeye geliyor.
  • Akıl sağlığı: Uykusuzluk çekenlerin ruhsal (akli) sorunlara yatkınlığı da artıyor.
  • Uzun ömür: 2010′da yapılan bir araştırmada günde 6 saatten az uyuyan insanlar hayata gözlerini daha erken yumuyor.
  • Kondisyon: Yapılan deneylere göre günde 10 saatten fazla uyuyan sporcular yüzde 9 daha başarılı oluyor.
  • Güvenlik: Uykusuz araç kullanmak alkollü araç kullanmaya denk. Uyanık kaldığımız her an reflekslerimiz o ölçüde zayıflıyor.
Özetle uykusuz kaldıkça şişmanlıyor, hastalanıyor ve aptallaşıyoruz !

12 Mayıs 2013 Pazar

Üç Noktalar Koymaz Bana…





“Üç Noktalar Koymaz Bana…”
-DOST’A-




         Hayat denen sürprizler ve ihtimaller manzumesinin bizi nereye taşıyacağı belli değil diyerek kader akışının gücünü ve her şeyin geçip gideceğini vurgulayan bir dostum vardı bir zamanlar. Yıllar rüzgâr gibi geçse de kalbime konukluğu geçmeyen dostlarımdandı. Evet, her şey geçer diyordu sık sık. Geçmez mi hiç, sevinç de keder de akıp gidiyor ömrümüzle beraber gönlümüzden.


         Hani bir gün sen de demiştin ya, buradan gideceksin unutacaksın geçen güzel günleri. Hayatımızdaki ortaklıklar azaldıkça kopacak bağımız. Sonra başkaları girecek hayatımıza, başka yerler, başka insanlar… Her gittiği yere gönlündeki dostlarını da taşıyan biri olarak önce üzülmüştüm söylediğine. Ama bunun hayatın bir gerçeği olduğunun da farkındaydım. Lakin bu gerçeği hatırlattığın anda içim öyle acımış, bir anda unutuluşun soğuk duvarlarına çarpan zihnim yıllar öncesine gitmişti: Biz bütün torunlar olarak Hacıbabama çok düşkündük.  O da hepimize özel hissettirirdi kendimizi. Zaten bu sebeple sevmez miyiz gönlümüzdekileri. Hacıbabam, o en sevdiğim, sırtını verdiğinde kendini güvende hissedeceğin, heybetli bir dağ misali o güçlü adam, ömrünün sonralarına yaklaştığı malum olmuş gibi bir akşam hepimiz toplanmışken dizinin dibine “hayat hızla geçiyor, ölüp gideceğiz, unutulacağız, belki de unutulduğumuz bile unutulacak” demişti. Sarılmıştık ellerine gözlerimiz dolu dolu olmuştu, biz seni unutur muyuz demiştik dedemize. “Unutursunuz “demişti, “En çok seveniniz bile 1 hafta ağlar, 40 gün üzülür, dualar okur arkamızdan, sonra zaman geçtikçe adımızı bile anmaz olur, hayat gailesi fırsat bırakmaz buna, bari arada arkamızdan bir Yasin okuyanınız çıksa !” diye ilave etmişti. O an kendimize söz vermiştik hepimiz, unutmayacak öldükten sonra da her gün Yasin okuyacaktık ruhuna ve unutmadığımızı ispatlayacaktık ona. Kısa bir süre sonra onu ani bir trafik kazasında kaybettik, O zaman lisede birinci sınıfta okuyordum, hacıbabamı kaybetmeden az bir zaman önce bir arkadaşımın yakını ölmüştü ve benim hiçbir yakınım ölmedi diyerek içimden geçirmiştim. Bir de o yıllarda okulumuzda yatılı öğrencilere misafir gelir danışmaya gelmeleri için isimleri anons edilirdi, ben de bir gün beni de çağırsalar diye özenirken işte bir sabah henüz ilk dersin teneffüsüne çıktığımızda adımın anons edildiğini duyunca heyecanla inmiştim merdivenleri üçer beşer. Ardından kardeşimin ve kuzenimin de adları okununca bir korku sarmıştı içimi. En büyük ben olduğum için ilk bana söylemişti görevli “hemen anneannenlere gidin deden kaza geçirmiş” demişti. Bir yandan ağlayıp bir yandan koşarak durağa gitmiş dolmuşun gelmesini beklerken önünde durduğumuz caminin minaresinden okunan sala da hacıbabamın adını duyup yıkılmıştık olduğumuz yere. Sonra birileri bizi alıp eve götürmüştü ama gerisini çok hatırlamıyorum. Hatırladığım sadece ölüsünün yüzüne bakmamıştım, onu her zaman gülen yeşil gözleriyle hatırlamak için. O günden sonra adımın bir yerde anons edilmesinden de aklımdan olumsuz şeyler geçirip beni bulmasından da korktum. Zihnime yerleşen olumsuz cümle kalıplarını silmek için hala uğraş vermekteyim. O nedenle senin de unutursun dediğin noktada derin bir hüzne yuvarlandı yüreğim, çünkü artık onbeş yaşında değildim, kendimize verdiğimiz her sözü tutamayacağımızı, ayrıldığımız sevdiklerimizi hergün anamayacağımızı bilecek kadar büyümüştüm. Ama hemen ardından bu unutu(lu)ş gerçeğinin kederini dağıtacak bir ışık belirdi zihnimde ve tutup kalbimin ellerinden, çekip aldı beni karanlık düşüncelerden: “Birimiz doğuda, birimiz batıda, birimiz güneyde, birimiz kuzeyde hatta birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak, biz yine birbirimizle beraberiz. Âhiret hakikatine inandığımız için, mânevî olan bu sevgi ve tesanüdümüzü elbette hiçbir kuvvet sökemeyecektir”  Bu müjdeyle gülümsedi gözlerim, kalbime güneşi astı değer verdiğim.






           Evet, her şey unutulur, geçer, gider… Belki de böyle olmasa yaşayacak dermanı bulamaz insan kendinde. Güzelliklerin unutuşun derin uçurumundan yuvarlanıp gitmesi acı verse de bize geçen kötü zamanları da unutuyor olmak insana en büyük hediye.

          Sen, hep “Yürüdüğün yolda ne kadar az iz bırakırsan kendini o kadar az bağlarsın insanların nezdinde” desen de ben hep bile isteye sesli düşündüm senin yanında. Çünkü dostun lügatimdeki karşılığı, yanında sesli düşünülen kimseydi. Bu düşünceyle içimdekileri saklamadan emanet ettim hep sana. Sen ve değerli eşin de evinizi, gönlünüzü açıp geceler boyu muhabbetinizi sundunuz kader defterimin yalnızlık başlığı ile açılmış sayfalarına. Söz uçar yazı kalır derler ya işte bu yüzden, anlattıklarım yetmedi bana ve kaleme kâğıda sarıldım ki, hayatın gerçeği unutuluşun soğuk duvarlarına çarpmadan dostluğumuz, belgelensin, yıllar geçtikçe dönüp dönüp baktığımız fotoğraflar gibi açıp okuyacağınız iki satır kalsın benden size, her daim birlikte geçirdiğimiz günleri hatırlatacak, güzel gönlünüze hediye.

        “Celâli maruziyetler, Cemâli lütufları barındırır." demişler, ne güzel söylemişler. Yolum zor bir ayrılık vesilesi ile bir şekilde bu şehre düşmese, gelir gelmez marazlı bir el dokunmasa ruhuma düştüğüm bu yerde yalnızlığımla debelenip duracaktım belki de. Ama işte her şerde bir hayır var ki, en kalbi dostluklar kalbin en çok kırıldığı yerde başlıyor, dost acı günde belli oluyor. Gönle güneş doğuyor. Bir ses en umutsuz anınızda tutuyor ruhunuzun ellerinden ve “Ben senle güneşi bulmaya geldim,  ürkme kavganı sormaya geldim, gücenme güneşten sunmaya geldim,” diyen şair gibi çocukların ellerindeki güzel günlere doğru yürürken bir yoldaş bulmanın sevincini bırakıyor içinize.

         Nuri Pakdil 1979 da değerli büyüğü bir dostuna ithafen yazdığı Bağlanma adlı eserinde “İnsanlar cümlelerle yaklaşırlar birbirlerine: sonra uzatırlar ellerini: tutunmak için. Çok güçtür insanın tutunabilmesi insana! “diyor. Günümüzde bu zorluk kat kat artmış durumdayken herkes menfaatin peşinde, kimse kimseye vakit ayıramayacak kadar meşgulken insanın kalbi dostluklar kurabilmesi altın madeni bulması ile eşdeğer hale gelmiş durumda. Ama bir gerçek var ki, insanları yaklaştıran cümlelerin yapıtaşları  kelimeler sahibinin neresinden çıkarsa muhatabının orasına değermiş ya demek ki kalp de dimağ da yanılmıyor sözün samimiyetini test ederken. Ve böylece insan dostunu düşmanını seziyor, yüreğinin götürdüğü yere giderek doğru insanları se(ç)(v)iyor.

           Ingmar Bergman bir sözünde “Gerçek olduğumu hissetmem için birinin bana ulaşmasını bekliyordum." diyor ya, ben de bana gerçeğimi hatırlatacak, bana ben olduğumu hissettirecek, kendim olmanın güzelliğini yaşamaya fırsat verecek, yargılamayacak, yadırgamayacak, zihin kalıplarına sıkıştırıp kategorize etmeyecek insanlar arayıp durdum ömrümce. Ve Allah bana böyle insanlar tanımayı, onları yüreğime almayı, onların da gönül kapısından geçebilmeyi lütfetti yolumun uğradığı şehirlerde. Tek tüktü sayıları ama işte hayatımda “var”lardı ve bana maddi manevi değer katıyor, dostlukları ile gönlüme umut oluyorlardı.




           Aslında her insan bir ayna aynı zamanda karşısındaki muhataba. Aynada kendini gördüğün an, işte o an, yarana eş yarasını görünce karşındakinin, gönlünü açıyorsun umarsızca. Bırakıyorsun kendini muhatabının gönül denizinin ılık kıyılarına. Boğmaz diyorsun beni böylesi bir sevgi, boğulursam da onun sularında olmuş ne gam. Sırtını dönebiliyorsun mesela, bir gün bana kızsa da, kırsam da onu beni bıçaklamaz ya sırtımdan diyorsun. Yalnız değilim diyorsun, o var, bırakmaz beni. Çünkü dost insana O Yüceler Yüce’si Dost’un emaneti, emanette emin olanı affeder Dostların, dostluğun muhabbetin Sahibi…

        Hayatın yarın bizi nereye taşıyacağı, kimlerle karşılaştıracağı belli değil lakin “Karşılaşmak” yolculukların belki de en sırlı kavramı. Sadece nesnelerle- kitaplarla değil insanlarla da ilişkilerimizin bu büyülü kavram üzerinden aktığını düşünürüm. Hiçbir şeyin rastlantı ile açıklanamayacağı bir dünyada sürekli birileriyle kesişir yollarımız. Hayatlarımıza konuk olanlar bazen bizden bir şeyler götürürler kendi yolculuklarına dönerken, bazen de güneş gibi doğarlar içimizin karanlıkta kalmış labirentlerine. Akıbeti ne olursa olsun yaşanması gerekmektedir ve olanda da olacak olan da da hayır vardır dediği gibi bilgelerin yolculuklarımız, yoldaşlarımız, konuklarımız,konukluklarımız,  ilişkilerimiz, kitaplarımız, filmlerimiz mutlaka bizi zenginleştirir. Sonuca ulaşmak çoğu zaman irademizi aşan birçok etkene bağlı iken önemli olan yolda olmaksa, bir yolcuysak bu dünyada, “karşılaşma” nın sırrıyla yolumuza çıkan mektupları okumalıyız her fırsatta. İşte bu gri beldede bahtıma düşen en güzel mektuptu varlığınız, dostluk adına. Şükür yollarımızı kesiştiren Yaradan’a.

           “İnsan insanın yurdudur” diyor ya Mustafa Kutlu, yurdum olduğunuz için bana ne mutlu… Tebdil-i mekânda ferahlık vardır dediği gibi eskilerin benim gelişim zorunlu bir nedene dayansa da insan arada bir de olsa yüreğine eş yürekler bulmak adına keyfe keder ayrılışlar yaparak da düşmeli yollara. Yeni insanlar tanımalı, yenilenmek, umut ışığını hayatının merkezine tekrar oturtmak, yılların yorgunluğuna yenilmiş, gizini kaybetmiş dostlukların-ilişkilerin yükünü üzerinden atabilmek adına çıkmalı yola, yolculuklara. Sonra tazelenmiş bir yürekle döndüğünde yurduna, yani dostlarına kalbine güneşi asmaya geldim diyebilmeli, konuşmadan da anlaşabilmeli…

            Mehmet Akif’in “… Bir yığın söz ki, samimiyyeti ancak hüneri… Dili yok kalbim bundan ne kadar bizarım “ dediği gibi belleğimdeki kelimeler anlatmaya yetmiyor kalbimdeki dostluğu… İşte bu noktada bir başka şaire kulak kesilip söze son vermeli...
” Söylediklerimden çok sustuklarımda saklıyım…
Ve gizlediklerimde gizliyim…
Beni anlamak için;
Konuştuklarımdan çok,
... Sustuklarıma kulak verin..

... Aklım sukütu sever benim.
Çünkü çok ağır ödeştik biz hayatla...
Ben sonu olmayan çok yollardan geçtim...
Üç Noktalar Koymaz Bana…” Nazım Hikmet
Baki dostlukla… Muhabbetle.


Gelin hep beraber üzülelim en azından bunu yapabilelim


Güzel bir pazar günü bakıyorum her yer ışıl ışıl. Çocuklar da var belki bir piknik için hazırlanılmıştır. Ağaçlar çiçek de açmış. Ufukta artık tuzda eriyor. Yani bahar gelmiş mütemadiyen. Fakat bir yerlere bahar gelirken başka yerlere ne geliyor diye sormadan edemiyorum ben bu ülkede yaşadıkça. Hep beraber sevinemeyeceğimiz aşikar da bari hep beraber üzülsek ! O da olmuyor demi.

İki gündür ülkenin güneyi kan gölü. 50 'nin üstünde insan hayatını yitirdi. Katiller failler ortada. Yayın yasağı da getirildi. Kimse tartışmasın isteniyor konular ki kendi medyasına bile güvenemiyor. Farklı bir sesin çıkardığı ayrı bir sesi bile istemiyorlar. Bütün senfoni kan gölüne dönen ortalığı paramparça eden sessizliğe ve bilinmezliğe çalsın istiyor.

Geriye kalan "açıklanan ölüm haberleri ve sayılar" bunun dışında hiç bir şey yok. Geçen yıl hatırlıyordum İsviçre de otobüs kazasında 10 kişinin ölmesiyle yas ilan edildi bilmem kaç gün. Nasıl namussuz haysiyetsiz birülkede yaşıyor olduğumuzun kanıtı ÖLÜ sayılarının açıklanmasından başka hiçbir şeyin bilinemiyor olması. Sömürgecilik osmanlıcılık hayalleri insanların hayatına mal oluyor. Ve uzun zamandır TV'lere çıkmayan davutoğlu birden bire artık boy gösteriyor. Yani ölüm mevsimi başladı...

Hazır PKK güçlerini geri çekmişken yurtta barış dünyada savaş diyalektiğini de oturtabilirler kendilerince. Esad düşmedikçe denenmeyen yol kalmadı. Kimyasalından başlayıp kelle kesmelere kadar. İşte en son patlayan bomba Yeni Osmanlıcı sömürgeci hayallerin yansıması masum halka biletin kesilmesiydi. Büyük güçler mesajlarını mikrofondan vermez bilirsiniz demi. Toplu şekilde bir katliam yapar ve gücünü gösterir.

Olup olabilecek en kötü senaryo Ortadoğu denen coğrafyanın bu sömürgeci katliamcı dinci zihniyete kalmasıdır. Yani ondan sonra hiç kimseye mutluluk kalmayacağı bu kadar açıktır. Diyeceğim o ki beraber gülemiyorsak beraber hüzünlenmeyi denememiz gerekiyor. Belli ki kahkahalar atacak güçte değiliz, fakat hepimiz hüzünlenebiliriz ve hıncımızı bileyebiliriz. Şimdilik katil gülüyor onun karşısında acımızı ortaklaştırmaktan başka isyan edecek acıyı içimizde yaşamak var....

26 Ocak 2012 Perşembe

Yeni iş yeni insanlar...

Sonunda deney çalışmalarına bir son verip kendi ruh ve akıl sağlığım için çalışmış olduğum şirketi bırakıp,yeni bir yazılım firmasında sektör fazla değişmese de çalışma ortamı ve çalışma arkadaşlarının değişmesi gerçekten insan psikolojisi üzerine çok büyük bir faktörmüş, bunu yaşayarak tespit etmiş oldum biraz geç bir tespitte olsa güç olmaması temenni oldu benim için diyebilirim aslında .

Şimdiki çalışma ortamını bazen eski firmam ile karşılaştırıyorum sonuçta 6 yıl çalışmış olduğum bir firmaydı  ama görüyorum bu duygusal bağlanmadan dolayı kendime çok fazla zarar vermiş oldğumu şimdi fark ediyorum karşılaştırmaya gelecek olursam insanların birbirine hitap etme şekilleri bir iş planlama konusundaki takım çalışması olsun bunların ne kadar güzel şeyler olduğunu görmek gerçekten hoşnutluk verici şeyler

Ve aldığım bir karar daha oda artık günlüğümde iş konularından fazla bahsetmeyecek olmamdır artık hayatı, yaşamanın  farkına varma zamanı geldi de geçiyor.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Bazen en dibe inmek gerek

Özel hayatımdan hiç bahsetmeyeceğim zira orası uzun zamandır dibinde dibinde olduğu için halden anlarsınız.

İnsan denilen varlık bu kadar garip olmaz zorunda mı ki neyse ben olayları biraz başa sarayımda anlatayım

Şirkete geliyorum ki son 1 aydır işe geç kalmamışım patron olacak zat sadece bir gün geç kaldım diye ki oda 10 dk'dır insanlık hali bir araba laf ediyor ama benle beraber çalışan insanlardan biri son 3 aydır işe kalıyor ona bir şey söylediği yok bakıyorum şirkette yapılan işlere her şeyi bana yüklüyor ve bütün planlar projeleri ben üstleniyorum buna rağmen gördüğüm muamele çaylaktan öteye geçmiyor ki diğer çalışanları ben yönlendiriyorum,  bir süre sonra bu şekilde daha fazla süremez deyip ufaktan alttan iş arama çalışmalarına başladım

Aramalar süre dursun çalışma durumu artık benim için çekilmez olma noktasını çoktan geçmişti yapılan zira artık kendimce aldığım kararlar gereği iş planlarının hiç birine karışmıyordum ve gördüğüm manzara onların acizliğini o kadar açık gösteriyordu ki o an kafamda güzel bir fikir belirdi yaptıkları her plana olur öyle yapalım deyip işin ortasında gelincede yapılan planın yanlış olduğunu söyleyip ve neden yanlış olduğunu bu işin başka bir plan ile yapmak gerektiğini söyleme başladım tabi ki gene plan yapma işini onlara bırakıyordum acaba kaç yanlışta doğruyu bulacaklarını da içten merak etmiyor değildim bir nevi benim için güzel bir deney gözlemesi oluşturuyorlardı.

14 Ağustos 2011 Pazar

İlk kıvılcım

Aslında şuan ne yazmam ve ya anlatmam gerektiği hakkında hiç bir fikrim bile yok ama bir şekilde bunları dışa aktarmak zorunda olduğuma dair bir mecburiyet var içimde sanki daha ne kadar susacaksın daha ne kadar bizim çığlıklarımıza kulaklarını tıkayacaksın diyor birileri içerde artık susmak yada kulak tıkamak yok belki söylediklerimi ve söyleyeceklerimi asıl duyması gerekenler hiç bir zaman duymayacaklar
  Ama birileri bunu okuyacak anlatacak belki asıl duyması gereken kişilerin kulaklarına fısıldanacak burada yazılı olanlar onlarda bende böyle şeyler yapmıştım zamanın birininde bir kişiye diyecekler ve işte o zaman amacım beyhude olmamış olacaktır